Ilk başta isyan oluyor, ne yapıyorum ben oluyor blabla bir ton şey konuşuluyor. Dünyanın en anlamsız işini yaptığını düşünüp duruyorsun mesela. İş değiştirmenin yolları aranıyor, farklı bir sektöre geçip ben de hayalimdeki işi yapabilir miyim deniyor. Hobisini işe çevirmiş örnekler gözümüze gözümüze sokuluyor, bir gaz kurslara gidiliyor, içindeki sanatçıyı keşfetme çabasına giriliyor. Ofis hayatında yaratıcılıktan o kadar uzakta yaşıyoruz ki azıcık değişik bir düşünceyi yaratıcılık olarak algılıyoruz yaratıcılık için öncelikle temiz bir zihne ihtiyacımız olduğunu gözardı ederek.
Zamanla kabullenme geliyor fena para almıyorum, tatilde iyi yerlere gidiyorum, dışarıdaki hayatımı finanse etmek için çalışıyorum deniyor. İş hayatı fena gelmemeye başlıyor, arkadaşlarım var bir iki muhabbetin belini kırıyoruz, ortam iyi, işe de alıştımlar geliyor arkasından.
Epey bir zaman geçtikten sonra ise insan elinde bir şey kalmadığını fark ediyor. Hem benden kötü şartlarda çalışanlar var deniyor, haline şükrediliyor. O hararetli coşkulu tatrışmalar yerini kabullenmişliğe bırakmış, sakinleşilmiş bir nebze. Kredi taksitlerinin nasıl ödeneceği, çocukların hangi okula yazdırılacağı konuşulmaya başlanmış.Geçmişe yönelik pişmanlıklar ve keşke bugünkü aklım olsaydılar gelir arkasından. İşten nefret eder ve herkese işinin ne kadar saçma olduğunu anlatır eğlenirsin.
Artık hayatı değiştirebilmenin heyecanı kaybolduğunda, işte o zaman anlamsızlaşır her şey. Yapacak bir şey yok cesaretin kadar harekete geçersin, cesaretin yoksa sistem içinde eriyip gidersin. Benzemeye korktuğun diğerleri gibi yaşar, onlar gibi düşünür ve onlar gibi davranırsın. Aynı yolları yürüyünce ne olacak zannediyorsun ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder