4 Aralık 2011 Pazar

kurumsal tostçu

işe servisle gidip geldiğim için sabahları mesai saatinden önce işyerinde oluyorum. genelde arkadaşlarımla tostçuda oturur mesai başlangıcına kadar kahvaltı ederiz.mesaı saati geldiğinde de üzgün suratlarla ofise doğru yol alırız, kahvaltının en tatlı anında:(
her sabah tost yediğim için artık tostçu beni görür görmez tostumu hazırlıyor. geçen sabah dedi ki 
-biber de koydum tostunuza
-hayırdır ne alaka?
-çeşit olsun dedim.
-iyi de niye kendi kendine inisiyatif alıyorsun, ben biber sevmem ki tostta?

neyse ertesi gün tekrar hazırladı tostu, yine biber koymuş, artık tartışmadım.
arkadaşımla da bize ne kadar az inisiyatif verildiğinden,önemli kararlara dahil edilmediğimizden bahsediyorduk. dedik tostçu bile almış inisiyatifi eline, biz hala dolanıyoruz kurumsal kurumsal.
sevgili tostçu, sen eline aldığın inisiyatifle yarın tostumu aşağıdaki gibi hazırlarsan hiç şaşırmam!!!

26 Kasım 2011 Cumartesi

Ofiste entelliğin reçetesi

Ofis hayatı hemen hemen herkesin benzer bir şekilde yaşadığı bir hayattır. İşle ilgili sıkıntılar olur, anlaşılamayan insanlar olur, illa sevdiğin birileri vardır, arada iki geyik yapar gülersin, herkes gülüyor diye gülersin, herkes çalışıyor diye çalışırsın, vs. Gelmeye çalıştığım nokta benzer hayatlar yaşıyoruz arkadaş ve ofis sınırlarında kimsenin kimseden yok aslında bir farkı.
Sürekli farklılık peşinde olan insanların reçetesini çözdüm. "Ofis çalışanıyım ama dışarıda da bir hayatım var ve bu hayatı insanların gözüne gözüne sokmazsam dışarıdaki hayatımın da bir anlamı yok arkadaş" şeklinde ortalıkta gezinen insanlardan bunaldım! Gidilen sergiler, okunan kitaplar, sanat dolu konserler, popüler marjinal filmler, İstanbul'un tadını çıkarmalar şeklinde sosyal medya aracılığıyla takip edebileceğiniz aktivitelerle entel olmak artık çok kolay. Bunun için yapılması gereken:
1) Şehirdeki sergi, müze, söyleşi, workshoplar asla kaçırılmayacak.
2) Film festivalleri takip edilecek, en popüler film kesinlikle beğenilecek, hakkındaki yorumlar ezberlenecek. Tim Burton ve Woody Allen illa ki sevilecek.
3) Etnik müzik yapan dünyaca ünlü sanatçıların konserlerine gidilecek.
4) Gündemde olan marjinal kitaplar takip edilecek, farklı şeyler okumayı severim mesajı yayılacak buram buram.
5) İstanbul'da tarihi mekanlar gezilecek, eski İstanbul özlenecek.
6) Trendy mekanlara illa ki gidilecek, görülecek, hakkında konuşulacak.
7) Street fashion takip edilecek, moda blogları okunacak.

Tüm bu etkinlikler gerçekleştirilirken 4sq de check in yapılacak, twitter da yorumda bulunulacak ve varsa blogda paylaşılacak. Entellerin dünyasına hoşgeldiniz :)




25 Kasım 2011 Cuma

15 dakika yeter

İşe gitmenin en zor taraflarından biri sürekli bakımlı ve hoş görünmek zorunda olmak. Sabah kalktığımda bir mucize gerek diyorum insan içine çıkabilmem için; duş, makyaj, kıyafet, saç derken gerçekten inanılmaz bir değişim geçiriyorum. 15 dakikada bambaşka birine dönüşmek mucizenin ta kendisi! Ruhumu da 15 dakikada iş hayatına adapte edebilme yeteneğim olsaydı hayat daha kolay olabilirdi benim için!


4 Kasım 2011 Cuma

kaçış

Sabah oluyor hava daha aydınlanmadan uyanıyorum. Alelacele giyinip koşar adımlarla servise yetişmeye çalışıyorum. Servisi kaçırmanın bedeli ağır, güne aksiyonla başlamamak adına saatlere uymak zorundayım. Servis işyerine bırakıyor, acele bir kahvaltı ve doğru iş başı. Öğle arasında da binadan çıkamıyorum, bir bakıyorum hava kararmış. Bütün gün plaza havası solumuşum ve ne güneşin doğuşunu ne de batışını görebilmişim. Ofis hayatı dediğin bir nevi hapis hayatı işte.

Bir şekilde kaçıp kurtulmam gerekiyor ofis hayatından, yıllar geçti hala adapte olamıyorum, büyük sıkıntı var bende. Aklıma uçuk fikirler geliyor işi bıraksam neler yapabilirim acaba diye, güzel fikirler de üretiyorum ama bir türlü akisyon alamıyorum. Etraflı bir kaçış planı oluşturmalı ve uygulamalıyım, henüz çok geç olmadan.

11 Ekim 2011 Salı

hasta ettin beni kurumsal yaşam!


Son birkaç gündür patronlarımın bana yaşattıkları bağışıklık sistemimi zayıflattı ve hastayım şu an. Ne zaman moralim bozulsa hastalıklara daha yatkın oluyorum zaten. Diyorum ki kendime takma bu kadar, işi işte bırak ve geç. Öğrenemiyorum bir türlü profesyonel olmayı, katı kalpli durmayı ve kendimi dış etkenlerden korumayı. İçine ata ata böyle hasta olursun işte, ben de hakettim bunu. eminim sevgili patronum çok endişelenmişsindir benim için, hala aranmadığıma göre işler yolunda galiba!

bütün derdim mükemmel olmak, gerisi sadece takıntı!

işe başlayana kadar kendi halinde bir insandım, hayatı olduğu gibi yaşayan, küçük sorunları dert etmeyen, hatta sorunlarımı eğlenceli bir şekilde ele alan sonrasında da önüme bakan geçen bir insandım. işe başladım başlayalı ufak tefek her şey sorun olmaya, gözümde büyüyüp çözümlenemez hale gelmeye başladı. nedeni ise en ufak hatanın bedelinin ağır olması. bir de her şeyi mükemmel yapmaya çalıştıkça daha çok hata yaptığımı fark ettim. çünkü zihnim hata yapmamaya odaklanıyor bu sefer de panikten saçma sapan hatalar yapıyorum. iş hayatında mükemmel olmaya çalışırken kendi hayatımda çuvallıyorum.garip takıntılar edinmeye başladım, garip kontrol noktaları oluşturmaya başladım yaptığım işlerde ve en vahimi de özel hayatımda da bu kontrol noktalarına bağımlı olmaya başlamam. kurumsal yaşamda ne kadar mükemmel iş çıkarsanız da en ufak bir hata bütün işi gölgeleyebilir. bu da yerli yersiz takıntıları getiriyor beraberinde.
yöneticim benden mükemmel iş beklemeye ve varabilecek son noktaya şirketler performans demeye devam ettikçe tüm bu takıntılar da beraberinde gelecek gibi görünüyor, çok şaşırmamam gerek. takıntılar hayatımın bir parçası oldu ve geri kalan her şey takıntılarıma göre şekilleniyor. neden peki? sadece sistem içinde mükemmel olabilmek için!! 
çok zor ama takıntıların hayatı ele geçirmesine izin vermemek gerek!!




24 Eylül 2011 Cumartesi

iş dünyası dış dünyaya karşı

iş hayatına adapte olmuş olmak demek vaktin çoğunu işe ayırmakla başlar. sonrasında çevrenizdeki arkadaşlarınız da iş hayatından oluşur hatta bir adım öteye giderseniz sevgiliniz, eşiniz de iş çevresinden biri olur ki zamanın çoğunu iş ve türevleriyle geçiren kişiler için bu kaçınılmaz bir noktadır. yavaş yavaş bir kültüre alışırsınız ve çevrenizi de adapte olmuş olduğunuz kültüre en yakın kişilerden oluşturmanız kadar doğal bir şey olamaz. iş dışında da işten konuşursunuz, birilerini çekiştirirsiniz, yaptığınız geyikler bile işin etrafında döner. iş arkadaşlarınızla iş dışında da görüştüğünüzde çok keyif alırsınız çünkü ortak bir dil konuşmaya başladığınızı fark edersiniz, tekrardan başkalarına kendinizi, işinizi, hayatınızı anlatma zahmetine girmezsiniz.zamanla farkında olmadan iyice herkes birbirine benzemeye başlar ve en vahimi de kişileri birbirlerinden ayırt edici özelliklerin azalması ile kurumsal kültüre ayak uydurucam derken asimile olmuş insan topluluklarıdır.


tüm hayatı iş ile doldurmak en kolay yol, gerçekten. etrafa kendini kapatmak ve tamamen işe odaklanıp iş çevresiyle takılmak kısa vadede 'oh ne rahat böyle hayat', orta vadede 'noluyor acaba?', uzun vadede ise 'ben ne yapmışım ya?' dedirtir, aman dikkat!!

5 Eylül 2011 Pazartesi

gidişat böyle

Ilk başta isyan oluyor, ne yapıyorum ben oluyor blabla bir ton şey konuşuluyor. Dünyanın en anlamsız işini yaptığını düşünüp duruyorsun mesela. İş değiştirmenin yolları aranıyor, farklı bir sektöre geçip ben de hayalimdeki işi yapabilir miyim deniyor. Hobisini işe çevirmiş örnekler gözümüze gözümüze sokuluyor, bir gaz kurslara gidiliyor, içindeki sanatçıyı keşfetme çabasına giriliyor. Ofis hayatında yaratıcılıktan o kadar uzakta yaşıyoruz ki azıcık değişik bir düşünceyi yaratıcılık olarak algılıyoruz yaratıcılık için öncelikle temiz bir zihne ihtiyacımız olduğunu gözardı ederek.
Zamanla kabullenme geliyor fena para almıyorum, tatilde iyi yerlere gidiyorum, dışarıdaki hayatımı finanse etmek için çalışıyorum deniyor. İş hayatı fena gelmemeye başlıyor, arkadaşlarım var bir iki muhabbetin belini kırıyoruz, ortam iyi, işe de alıştımlar geliyor arkasından.
Epey bir zaman geçtikten sonra ise insan elinde bir şey kalmadığını fark ediyor. Hem benden kötü şartlarda çalışanlar var deniyor, haline şükrediliyor. O hararetli coşkulu tatrışmalar yerini kabullenmişliğe bırakmış, sakinleşilmiş bir nebze. Kredi taksitlerinin nasıl ödeneceği, çocukların hangi okula yazdırılacağı konuşulmaya başlanmış.Geçmişe yönelik pişmanlıklar ve keşke bugünkü aklım olsaydılar gelir arkasından. İşten nefret eder ve herkese işinin ne kadar saçma olduğunu anlatır eğlenirsin.
Artık hayatı değiştirebilmenin heyecanı kaybolduğunda, işte o zaman anlamsızlaşır her şey. Yapacak bir şey yok cesaretin kadar harekete geçersin, cesaretin yoksa sistem içinde eriyip gidersin. Benzemeye korktuğun diğerleri gibi yaşar, onlar gibi düşünür ve onlar gibi davranırsın. Aynı yolları yürüyünce ne olacak zannediyorsun ki?



28 Ağustos 2011 Pazar

çalışıyorMUŞ GİBİ yapmak

Ofiste bir yandan işleri halletmeye çalışırken bir yandan da ekibimi gözlemliyorum. Bizim ekip gayet ilginç. Ben ekibe yeni katıldığım için işleri öğrenmeye çalışıyorum, ekip arkadaşım bu konuda bana gerçekten çok yardımcı oluyor. Bizim patronlar ise ayrı birer yazı konusu, onları daha sonra anlatacağım. 
Fark ettim ki aslında hiç çalışmayıp çalışıyormuş gibi yaparak iş çıkarıyormuş gibi görünmek gayet mümkün, ne kadar iş olsa da fark etmez, işleri yapacak birileri nasıl olsa bulunur.
Gözlemlere dayanarak işten kaytarırıken çalışıyormuş gibi görünmenin püf noktalarını anlatayım:
  1. Ekranınızda outlook ya da excel/word muhakkak açık olsun.
  2. ALT+SEKME tuşu ekranlar arası kolay geçiş yapmanızı sağlar. Bir de yşneticiniz yanınıza yaklaştığında DESKTOP tuşuna basın. 
  3. Önünüzde bilgisayar açıkken android/blackberry/iphone ununuzu klavyenin yanına yerleştirin ve ister oyun oynayın, ister kitap okuyun, ister rahat rahat internette takılın, tercih size kalmış.
  4. Masanız daüınık olsun, hatta insanların dikkatini çeksin bu ve sürekli dile getirilsin. Dağınıklık derken işle ilgili dokümanlardan bahsediyorum, kişisel eşyalarınızdan değil.
  5. Bir yere gitmeniz gerekirken hızlı adımlarla yürüyün, elinizle işle ilgili dokümanlar olursa daha iyi olur.
  6. Birileri işle ilgili bir şey isterse sizden talebi yerine getirmeyin, bahane olarak da çok meşgul olduğunuzu ilk fırsatta bakacağınızı söyleyin.
Unutmayın, siz kendinizi ne kadar meşgul gösterirseniz insanlar da sizin o denli çalıştığınızı düşünecek, hiç çalışmassanız bile. Benim durumuma gelirsek, işlerim aşırı yoğun, bu tarz numaralarla kaybedecek vaktim yok!!Çalışıyormuş gibi yapanların masasına çaktırmadan aşağıdaki görseli bırakabilirsiniz, eğlenceli olabilir:))))



18 Temmuz 2011 Pazartesi

tatil bitti:/

izinden döndüm, acayip gevşemiş durumdayım. bu şehirden ne zaman uzaklaşsam kendime o kadar yaklaşıyorum. yıllık izinler o kadar kısıtlı ki ordan oraya koşturarak daha bir yoruluyorum fiziksel olarak ama aynı zamanda ruhen dinlenmiş oluyorum. ofiste çalışırken bedenen hiç yormuyoruz kendimizi ama ruhen her geçen gün biraz daha yıpranıyoruz, bunu fark ediyorum ne zaman izne çıksam. o yüzden ne zaman izinden dönsem ağır depresyona giriyorum hep bir dahaki tatilin hayallerini kuruyorum!! ve tabii harcadığım paralar da cabası, 2 aylık maaşımı 2 haftada afiyetle yedim, sadece tatil için çalıştığımı bir kez daha anladım:(((


25 Haziran 2011 Cumartesi

yillik izin geldi catti

bütün yıl boyunca yıllık izin hayaliyle çalıştım durdum. ve iki hafta boyunca yıllık izinde olucam, bir süre ara veriyorum yazılarıma! merak etmeyin yıllık iznimi 5yıldızlı tatil köylerinde ya da çalışanlara yönelik hazırlanmış avantajlı tur paketleriyle geçirmeyeceğim. zaten henüz izinde ne yapacağımı da planlamadım, biletleri aldık ve gidiyoruz bir yerlere. bu aralar tatil heyecanıyla geçici bir mutluluk yaşıyorum, dönüşte ağır sendromlar yaşamaktan korkuyorum. İki hafta boyunca özgürüm oh yeah:))))))


22 Haziran 2011 Çarşamba

ofis dışındayım

''Şu anda her ne kadar ekran karşısında oturuyor ve bana iletmiş olduğunuz epostayı görüyor olsam da içimden okumak gelmiyor. Hatta kazara okusam da konu üzerinde herhangi bir işlem yapasım yok. Hatta ve hatta durumun aciliyeti beni zerre ilgilendirmiyor. 
Anlayacağınız üzere kendimde değilim ya da hiç bu kadar kendimde olmamıştım.
Size hemen yanıt vermeyeceğim, hatta belki de hiç yanıt vermem, bilemiyorum. Bugün ruhum hiç olmadığı kadar ofis dışında.
Saygılarımla.''

20 Haziran 2011 Pazartesi

işsizliğin tadı başka

Geçenlerde uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımla bol bol zaman geçirme fırsatı yakaladım. Yıllarca bir şirkette çalışmış, sistem neyi gerektiriyorsa boyun eğmiş ve en sonunda tak demiş canına ve istifayı basmış biri kendisi. İşten ayrıldıktan sonra zayıflamış, gençleşmiş ve dinçleşmiş olduğunu fark etmemek mümkün değildi. Bana dedi ki kendime geldim, adeta yeniden doğmuş gibiyim. Hobilerimi gerçekleştirmek için bol bol zamanım var, hayat sürekli erteleyerek gitmiyormuş dedi. Onu tanıyanlar da bana sürekli sorup duruyor, hala iş bulamadı mı diyorlar. Arkadaşım iş aramıyor ki, işsizliğin tadını sonuna kadar çıkarıyor:))

13 Haziran 2011 Pazartesi

ofis fiskoslari

hayatımızın büyük çoğunluğunu ofiste geçirince normal olarak dedikodu durumları patlak verir. ofiste dedikodudan kaçınmak mümkün değil, birileri sizin hakkınızda konuşur siz de başkalarının hakkında. kendinize yakın gördüğünüz kişilerle hoşlanmadığınız durumların dedikodusunu yapmak da ayrı bir keyif. bazen kulağıma geliyor hakkımda diğerlerinin ne konuştuğu.
tabii herkese sırlarınızı anlatmak olumsuz sonuçlara yol açabilir, söylediğiniz bir şeyi başkalarından duyabilirsiniz. dedikodunun bu kadar yoğun olmasının sebebi de asla haz etmediğiniz insanlarla ortak bir hayata sürüklenmek zaten. farkına varıyorsunuz birçok şeyin ama aktaramıyorsunuz karşınızdakine, yüzüne söyleseniz hayatınız söner çünkü!!
bir düzenek kursam ve kişilerin birbirleri hakkında söylediklerini kaydetsem best seller album olur!
xo xo gossip girl:)))

11 Haziran 2011 Cumartesi

kübik hayatım

işe başlamadan önce kübik kelimesini sadece sanatla ozdeslestirmistim. isyerinde bu kelimeyi ilk duyduğumda da ne olduğunu anlamadım. meğer yerden tasarruf ederek balık istifi oturduğumuz masalara kübik deniyormuş. kübik kelimesine de kübik kültürüne de alışmam biraz zamanımı aldı. 
ben yıllarca hep sessiz ortamlarda ders çalışmaya alışmışım, kübik hayatı açık ofis ortamı demek, herkesin konuşmasını dinleyince 10 dkda yapacağım işi ancak 1 saatte yapabildiğimi fark ettim. neyseki kulaklıklar devreye girdi, müzik dinleyerek çalıştığımda kimsenin sesi beni rahatsız etmemeye başladı. bu sefer de bana seslenilse de duymamaya başladım. 
bana en gereksiz gelen şeylerden biri de kübikleri kişiselleştirme, kişiye özel hale getirme çabaları. kadınlarda cicili bicili aksesuarlar, çiçekler böcekler, erkeklerde ise tuttukları takıma ilişkin simgeler, ebeveynlerde çocukların resmi, bazen sevgililerin resmi falan. bana biraz tuhaf geliyor, normalde merhaba dahi demeyeceğim insanları bana dair şeylerle bu kadar boğmak istemiyorum. bana ayrılan minicik kübiğime bakanlar, kupa ve bardaklar, çalışma kağıtları, kitaplar vb. şeyler görür. 
çalışma alanını kişisel hale getirmek sanki bana ben bu yeri çok benimsedim demekmiş gibi geliyor, sanırm kübik hayatım hala bana biraz garip geliyor!


8 Haziran 2011 Çarşamba

mutluluk paylaştıkça güzelmiş:))

arkadaşların sevincini, işteki başarısını yaşamak da ayrı bir keyfimiş. bugünlerde birkaç güzel haber aldım. aslında söyleyecek çok bir şey de yok, blog mantığında bir yazı da olmadı, ama mutluluğu paylaşmak da ayrı güzelmiş:))

7 Haziran 2011 Salı

değişim iyidir

Değişim kurumsal yaşamın değişmeyen mottolarından biridir. Etrafınıza bir baksanız herkes değişime inanılmaz açıktır, herkes değişim çabası içindedir. Halbuki kurumların kültürleri yıllar içinde oturmuştur ve değişim karşısında esnek olamayabilir. Kısaca değişen sadece görüntüdür, zihniyet çok zor değişir. 
Ben de son günlerde çalıştığım şirket için küçük, kendim için büyük bir değişim yaşadım. Yıllardır yaptığım ve artık piri olduğum işleri bırakıp yepyeni bir alanda göreve başladım. Daha ilk günden değişimin bana ne kadar iyi geldiğini anlatamam. Bir şeyler değiştirmek gerçekten zor, geride pişmanlıklar yaşar mıyım acaba düşüncesiyle harekete geçmek ise imkansız. Değişim öğrenmek ve kendini yenilemek için çok büyük bir fırsat, zor olan geçiş dönemi. Onu da atlatmak için eski deneyimlerimden edindiklerimi yeri geldiğinde kullanmak üzere saklı tutarak kendimi yeni bilgilerle donatacağım. 
İnsan aslında biraz zorlanıyor, konfor alanını bırakıp bilnmeyene doğru ilerlerken. Kurumsal hayatım yine aynı kurumsal hayat. Belki ileride daha köklü değişikliklere ihtiyaç duyabilirim ama şimdilik bu değişim iyi geldi. Heyecanlıyım, oh yeah!!



2 Haziran 2011 Perşembe

kukla değişkenler

kurumsal hayata ayak uydurmuş olmak demek sürprizleri olgunlukla karşılayabilmek ve kolaylıkla yeniliklere adapte olabilmeyi getiriyor beraberinde. değişkenler (ki neye göre değiştikleri asla bilinmez, bir kuralı yok bunun) karşısında dirayetli durmak ve olan biteni kişisel algılamamak gerek. her şey istendiği gibi kılıfına uydurulur ve nasıl olduğunu anlamadan karşınıza çıkar. bazılarının şansı yaver gider dikiş tutturur bazıları da sistemin açıklarıyla eğlenme yoluna gider, benim gibi :) ama yine de kurumsal hayatın içinde debelenip duruyorum, bata çıka!

1 Haziran 2011 Çarşamba

2+2= ?

işe başlarsınız, size basit işler verirler, dersiniz ki ofis hayatı zor tabii beni baştan korkutmak istemiyorlar, yavaş yavaş ağırlaşacak. zaman geçer verilen işlerin niteliğinin değişmediğini görürüsünüz. açıkçası bazen okulda verilen ödevleri yapmak işteki sorumluluğumdan daha ağırdı ve ben daha çok çaba harcamıştım öğrencilikte başarılı olabilmek için, dersiniz. 
ben böyle bir senaryo yaşadım ve uzun süre kendime sordum madem böyle bir iş yapacaktım ben neden okudum yıllarca üniversitede?
artık sormuyorum kendime bu soruyu, kurumsallaştıkça farklı yorumlamaya başlıyorum çünkü çoğu şeyi ve zihnim de farklı çalışmaya başladı. dedim ki kendime 'unut üniversiteyi, güzel yıllardı geçti gitti. şimdi kurumun normlarına göre hareket etme zamanı. oyunu kurallarına göre oyna!'
çünkü fark ettim ki üniversitedeki bilgilere göre yürümüyor burada işler, farklı sistemler geliştirmek lazım başarılı olabilmek için iş hayatında.


26 Mayıs 2011 Perşembe

bugun değil her gün cok kurumsalsın şekerim




son günlerde en çok duymak istediğim şey ne kadar kurumsal göründüğüm. cidden aylardır buna kasıyorum ben. herhangi bir yanlış algıya yer vermeyecek şekilde kendi çapımda kurumsal bir imaj oluşturmaya çalışıyorum. aylardır kişiliğimi yansıtmayacak kıyafetler giyiyorum sadece belirgin renklerin hakimiyetinde, kişiliğimi yansıtacak herhangi bir aksesuarla bile tamamlamıyorum giydiklerimi. akılda kalmak istemiyorum, dikkat çekmek istemiyorum çünkü. buna da alışmak epey zamanımı aldı, alışmak gerekir miydi tabii tartışmalı ama neyse. işe başlayana kadar kıyafet alırken kendime dikkat çekici, düşüncelerimi, karakterimi yansıtacak kıyafetler seçerdim. ne zaman işe başladım en silik, iddiasız, dikkat çekmeyen, klasik kıyafetlere yoğunlaşmaya başladım. desenli, kabartmalı, yazılı tshirtlerden uzaklaştım, bir kotla bir kış geçirmeye başladım, sadece haftasonları serbest giyiniyorum, onda da bazen dışarı bile çıkmıyorum derken gündelik kıyafet almamaya başlamışım kendime. ve artık en çok zorlandığım şey günlük hayatımda nasıl giyineceğim oldu.
artık sadece iş günlerinde değil haftasonlarında da oldukça kurumsal giyiniyorum, neler ettin bana kurumsal yaşam??

blog üzerine

blog yazmak acayip keyifli, kendimi sosyal medyada ifade ediyorum. sonuçta facebook ya da twitter'da kendi kimliğimle yer aldığım için kendimi tam anlamıyla ifade eden yazılar yazamıyorum. suya sabuna dokunmayan geyiklerle ya da ne kadar kişiye özel görünse de kendini tanıtmak istediğin bir kimlikle çıkıyorum ortaya kendi ismimle yazdığım yazılarda. burada kim olduğumu açıklamıyorum çünkü çekiniyorum. yazılanların kurumsal yaşamdan esinlenerek yazılmış olması belki bazı kişileri rahatsız edebilir. her ne ise, henüz kurumsal hayattan kopmaya hazır olmadığım için kurumsal kimliğimle yazmaya devam edeceğim.


25 Mayıs 2011 Çarşamba

ohh bee bugün de bitti

iş çıkış saati gelince mutlu oluruz hele o gün diğer günlere nazaran daha hızlı geçtiyse daha da mutlu oluruz. yine yoğun bir gün geçti ve ohh be dedim bugün zaman ne kadar da hızlı akıp geçti!! ve sonra durdum birden, zaman bu kadar değerliyken daha yapacak çok şey varken en kötü şey zamanın hızlı geçmesi. mesela tatile gittiğimde ya da sevdiğim bir şeyle uğraştığımda zamanın akmasını hiç istemem, daha da yavaş geçsin, hatta zaman dursun isterim. 
ofiste genel olarak herkes günün hızlı geçmesine sevinir. bu da demek oluyor ki aslında kimse ofiste zaman geçirmeyi sevmiyor. tatildeyken ya da sevdiği bir işle uğraşırken kim ister ki zamanın çabucak geçmesini?



kurumsal temsil

son günlerde kurumsal temsille kafayı yemiş durumdayım, günlerdir belki aylardır düşünüyorum işin içinden çıkamıyorum. kurumsal temsil için beklenenler sanırım aşağıdaki şeyler:
  • kurallara uygun giyinmek, kişilğini değil kurumun ciddiyetini yansıtan 'kostüm'ler seçmek
  • canının istediğini yapmamak, kendini sürekli ciddi ve kurumsal gözükmek için kasmak
  • 'coffee break' yapmak, çalışma alanında değil ortak kullanım alanlarında kişilerle kaynaşmak
  • bağlı olunan yöneticinin sözünden çıkmamak, yetki sınırlarını aşmamak
  • sürekli 'kurumsal' kelimesini cümle içinde kullanmak
  • görünen kuralların yanısıra görünmeyen kurallara da riayet etmek (bunun için kurumun etik kurallarını benimsemek ve özümsemek gerek)
  • kurumun çıkarlarını kendi çıkarlarından önde tuttuğunu etrafa yansıtmak
  • her şeyi kurumsal kalıp içine başarıyla yerleştirmek 
  • kendin olmamak, kendine bir karakter yaratmak ve onu başarıyla canlandırmak
bunları yapan kurumsal temsile uygun olabilir diye düşünüyorum!



23 Mayıs 2011 Pazartesi

zor tabii

bugün ofiste kafayı yedim sanırım. 4 günlük 19 mayıs tatilinden sonra ofisin ilk günü gerçekten zorladı beni. önümde yapmam gereken bi ton iş ve ben tatil hayalleri kuruyorum, çalışmanın sonu nereye varır diye kendime cevaplar bulmaya çalışıyorum ve bir türlü tatmin edici sonuçlara ulaşamıyorum. beni bu hayatta şu havasız ortamda nefes almaya zorlayan nedir ki? paranın kölesi oldum sanırım aslında harcadığımdan da daha fazla para kazanıyorum, mutlu olmak için ihtiyaç duymadığım parayı kazanmanın ötesinde bişi olmalı beni burada tutan. belki de opsiyonsuzluktur ya da herhangi bir opsiyonun getirdiği riskleri göze alamama, kendine yeterince güvenmeme ve aslında hayattan ne istediğini bilememe durumları. net değil zihnim tabii ki. gelgit akıllıyım işte 1 gün öyle düşünüyorum 1 gün böyle. havalar ısındıkça çalışmak zorlaşıyor işte.
ama bu hayat beni çok yoruyor böyle.survivor adasına gitsem iyi gelir mi acaba? burada hayatta kalmaya çalışmaktansa belki orada hayatta kalmaya çalışmak daha kolay olurdu.


16 Mayıs 2011 Pazartesi

ofis hayatında epic fail durumları

  • kuruma uygun giyinicem diye kasarsın bir gün aman be yeter dersin, müdürler yok bugün, rahat giyineyim ve hoop müdürünle karşılaşırsın.
  • bir iş üzerinde çok çaba harcıyorsun finalize edemiyorsun, yedekte olsun diye arkadaşa gönderiyorsun ve o tamamlayıp müdüre iletiyor.
  • çok konsantre çalışıyorsun, kasıyorsun hata yapmamak için ve çok basit bir şeyi atlayarak tüm işi yanlış bir veri üzerinden hazırlıyorsun, tabii hepsi çöp.
  • aşırı performans gösterdiğin bir dönem, ama bir gün öğlen uyurken bir müdüre yakalanıyorsun ve sana performans primi vermemek için bunu öne sürüyorlar.
  • aynı müdür rahatsızlandığı için öğlen uyumak zorunda kalır.
  • işe geç kalmamak için işe yakın oturan bir arkadaşın evinde kalırsın ama o gün başka ofise gitmen gerektiğini unutursun ve kendi evinde kalsan aslında daha yakın olurdu.
gibi gibi maddeler uzar gider, bunlar benim ilk etapta aklıma gelenler, belki başka şeyler de eklerim yaşadıkça, gerçi epic fail yaşamasam daha iyi tabii!!!



izin mevzuları

üniversiteden mezun oldum, alışmışım rahat hayata, birden kendimi iş dünyasında buldum. aslında neden işe başladığımı da pek düşünmeden. sonuçta iyi bir okuldan ve iyi bir bölümden mezun olmuştum ve kurumsal bir iş hayatına atılmamadan daha doğal bir şey olamaz haliyle. işe başladım, dediler 1 yıl boyunca yıllık izin hak etmiyorsun!! yuh dedim, daha yeni mezun oldum, tatile bile gidemeden işe başladım, bu yaz denizsiz nasıl geçer?? (tabii bunları kendi kendime dedim) derken 1 yılım doldu ama yazın öyle dolu bir programım vardı ki haketmiş olduğum halde yıllık izine çıkamadım. bi de öyle pat diye canım sıkıldı ben tatile gidicem azcık kafamı dinleyip geleyim lüksüne sahip değilsiniz, önce iş programnızın el vermesi sonra da yöneticinzin onay vermesi gerekiyor.
iş yerinde tatil süreleri niye bu kadar az diye uzun uzun düşündüm. çalışanlara çok uzun süreli tatil imkanı sağlanırsa çoğu geri dönemez işe. yani fiziksel olarak işyerinde olsalar da bu yapay hayata adapte olmaları ciddi zor olur. o yüzden kısa süreli tatillerde birçok şeyi yapmaya çalışan çalışanlar tatilde o kadar yorulurlar ki adeta işe geri döndüklerinde dinlenebilirler. az zamanda çok iş yapmaya çalışmak yoruyor insanı ne de olsa.
bir de tatilde insanın sağlam kafayla düşünecek fırsatı oluyor, zihni boşalıyor ve daha sağlıklı bir zihne sahip oluyor. e bu da kapitalist iş sahiplerinin tercih ettiği bir şey değil. çünkü sadece onların istediği şekilde düşünen insanlara ihtiyaç duyuyorlar, sistemin ötesindeki düşünceleri duymak dahi istemiyorlar.
bunca yıllık deneyimimle öğrendim ki yıllık izin kurumsallığa zarar, iznin az kullanılanı hatta evde geçirileni makbul. 
zaten zamanla öyle bir noktaya geliyorsunuz ki arkadaşınızla aynı dönemde izni denk getiremez, tatile çıkacak kimseleri bulamaz olursunuz. bu da bireyin kurumsal yaşam içinde eriyip tükendiğinin en acımasız kanıtıdır işte.



14 Mayıs 2011 Cumartesi

iş hayatında beni gıcık eden şeyler


böyle bir liste oluşturmak beni daha da gıcık eder mi bilemedim ama içimde tutacağıma yaz gitsin ya dedim.Bunların hepsine dair ayrı hikayem var, bu listeye baktıkça onları hatırlayıp yazabilirim.
  • ağır vasıta olmalarına çok da bir iş yapmamalarına rağmen çok çalıştığı düşünülenler
  • her hareketinden yapmacık olduğu belli olsa da yöneticilerin bu davranışlara prim vermesi
  • kişilerin sadece kendini düşünmesi ve kendini daha iyi gösterebilmek adına başkalarını kullanması
  • saçma sapan dedikodularla kişilere imaj yapıştırılması
  • çalışıp çabalasan da hakettiğin değeri görememek
  • tek tip düşünce yapısının prim görmesi
  • farklı düşünenlerin olumsuz yargılanması
  • adaletin işlememesi
tüm bunlar beni inanılmaz yıpratıyor ve üzüyor. diyorum kendi kendime insanlar gerçeği görmekten çok mu aciz yoksa sen fazlasıyla mı gerçeksin??

11 Mayıs 2011 Çarşamba

kurumsal ilişkiler

işe başlayana kadar fark etmediğim bir şey var o da hiçbir zaman beraber yaşamak istemediğim insanlara tahammül etmediğim idi. etrafta hoşlanmadığın insanlar elbet oluyor ama ofis ortamında çalışana kadar istediğim ortamı seçme lüksüm vardı.canımın istediği eğlenceli insanlarla zaman geçirir ve en büyük hedefim daha çok insanla tanışıp daha da eğlenceli zaman geçirmek, o festival senin bu festival benim gezmek gibi şeyler idi. hiç kendime daha iyi bir evde oturayım, daha lüks bir lokantada yemek yiyeyim, daha pahalı kıyafteler giyeyim,işimde daha başarılı olayım gibi hedefler koymamışım. fark ettim ki hedef hayattan daha fazla keyif almak ise ofis ortamı size göre olmayabilir. 
İşe başladığım ilk gün ofisteki insanların akşama kadar bunalmadan nasıl çalışabildiklerine kafa yormakla geçti. İnsan üstü bir şey yaptıklarını düşünüp inanılmaz saygı duydum onlara. Çünkü işyeri bana bir çeşit hapishane gibi gelmişti. İçeride suni hava dolaşıyor, yüzlerde sahte bir ciddiyet, herkes her zaman aşırı meşgul, ama sanki en usta oyunculuklarla yazılı bir senaryo oynanıyor izlenimini edindim. Zihnimde bu düşünceler dolaşırken uyum sağlamakta bir hayli zorlandım bu yapay ortama. Ama insan kolay adapte olan bir insan, özellikle de düşünemeyecek derecede meşgul olduğunda neyin ne olduğunu ne olacağını sorgulamıyor ve varolana sesini çıkarmadan boyun eğebiliyor. bu inanılmaz bir özellik, çünkü rahatsız olsan da sesini çıkarmamayı öğreniyorsun çünkü öyle anlar oluyor ki çığlık atsan bile kendi sesini duyamıyorsun.
işyerindeki insanlar bana çok ilginç geldi, içlerinde birkaç tanesi hariç tabii ki, onlar da benim yakın arkadaşlarım. ekipler içinde ya da ekipler arasında beraber iş yapmak durumunda kalıyorsun, ailenden sevdiğin kişilerden daha fazla görüyorsun bu insanları ve bazıları aslında senin asla arkadaşın dahi olamayacak tipler, ve sen onlarla geçinmenin bir yolunu bulmaya çalışıyorsun. bu o kadar zorlayıcı geldi ki bana ilk başlarda nasıl iletişim kuracağımı bilemedim bu insanlarla. kendim gibi olsam fazla samimi olacaktım, hiç davranmasam dışlanacaktım. işte o zaman anladım sahte ilişkilerin nsaıl kurulduğunu ve yürütüldüğünü. 
ilk başlarda ne kadar zorlansam da şimdi ben de sahteleştim az biraz, o eskiden dalga geçtiğim insanlara benziyorum sanki yavaş yavaş, eh kurumsallaşıyorum kendi içimde olacak o kadar.

mail atmanın incelikleri

çalışma hayatımda en çok zorlandığım şeylerden biri mail metni hazırlamak ve ilgili kişilere maili iletmek oldu. mail metnini hazırlarken kurum içinden birine mi yoksa kurum dışından mı birine gönderiyorsunö ona göre dikkat etmem gerekti. kişilerin unvanlarına göre hitap şekli de değişiyor. bazen tanıdığın, samimi olduğun birine mail atarsın bi bakarsın ondan cevap gelmiş, ccde yöneticiler ve sizin samimi maille iş hallettiğinizi görüyorlar. kurumsallık yerle bir. 
mail yoluyla kişilere bilgi iletmek de çok riskli. bir keresinde başka bölümden birine bir konuyla ilgili yazılı mail atmıştım soruya cevap olarak. bu mail ccde tüm yöneticilerle üst yönetime kadar çıktı ve bu bilgiyi inisiyatif alarak üstlerime danışmadan bir arkadaşıma iletmiş olduğum için ayıplandım.
bir keresinde de mailde ters bir cevap yazmıştım, yine ccde ilgili yöneticiler bana cevap geldi, tabii ben kıpkırmızı.
tüm bu saçmalıklardan sonra korkar oldum mail yazmaktan. basit bir maili atmadan önce tüm olasılıkları göz önünde bulundurmaya çalışmaktan mail atamaz hale geldim. herkese kurumsal dille yazamıyorsun, bazen samimiyetin laubali bulunuyor, bazen yapmacık bir kurumsallık yapışıyor üzerime, ulen össde böyle gerilmedim diyorum bazen. 
mail de beni geren konulardan biri de cc ye doğru kişileri yerleştirmek. ilgisiz kalır mail kutusunu doldurur diye yöneticilerimi bazı maillerde ccye koymadım ve inisiyatifi alıp kendim hallettim işleri. sonuç ne mi oldu? hiç şaşırmıyorum tabii şimdi ama o zamanlar çok ağırıma gitmişti.bana hiç iş yapmadığımı sadece verilenle yetindiğimi hatta onu bile tam olarak gerçekleştirmekten aciz olduğumu söylediler. artık arkadaşıma naber öğlen yemek yiyelim mi diye bile mesaj atarken ccye yöneticilerimi koyuyorum!! şaka tabii henüz o kadar kurumsallaşmadım:)

9 Mayıs 2011 Pazartesi

kurumsal bagliligin fazlasi zarar aman dikkat!!

kurumuma bagli olucam aman da kurumsal olucam derken cok dikkatli olmak lazim. zamanla oyle kurumsal olursunuz ki bireyselligi unutabilirsiniz. dengeli kurumsallik, orta yol bulmak en iyisidir ama bu da kolay degildir. kurumsallik yapiniza tamamen aykiri ise aci ceker, dislanirsiniz. sonra kendinizi kabul ettirme cabasi daha aci olur, derken ne kurumsal ne bireysel olur kobi kalirsiniz, ne uzalir ne kisalirsiniz. onemli olan kurum icinde kurumsalligin hakkini vermek ama bunu is disindaki hayata yansitmadan basarabilmek.o yuzden isten ciktiginizda isi iste birakin, is disinda gorustugunuz arkadaslariniz olsun, unvden fln olabilir. isyerinden olursa tum arkadaslariniz otomatik olarak isten konusacaksiniz bu da sizi kurumsal ortaminizdan uzaklastirmayacak. baska cevreden kisilerle baska konular konusmaniz gerekecek boylelikle mesai saatleri disinda zihninizi bosaltmis olacaksiniz. bunun disinda survivor izleyebilir, spor yapabilir, bilgisayar oyunu oynayabilir, muzik dinleyebilir, film izleyebilir, kitap okuyabilirsiniz, ne bileyim iste ugrasin bir seylerle.
size en cok zarar verecek olan sey kurumunuza gun gectikce daha da baglanmak, size dayatilan kurallara gore hayatinizi yasamak ve kendi benliginizden odun vermek ya da kendi benliginizi kurumsal kimliginizde bulmak olacaktir, aman uzak durun.

cok calisiyormus imaji yaratmak icin

yoneticilerinizin sizin cok calistiginizi zannetmeleri icin cok calismaya hic ihtiyaciniz yok. hatta cok calisirsaniz isler uzerinize yikilir ve reklaminizi yapmaz kendinizi pazarlamazsaniz calismaniz da ise yaramaz. o yuzden oncelikli yaptiginiz isleri bire on katatarak etrafiniza aktarin, onemli olan cevrenizde cok calistginiz imajini yaratmak. mesaiye kalin arada, mesaiye kaldigniza da yoneticileriniz taniklik etsin, onlar kaliyorsa siz de kalin. hatta ara sira ogle yemegine de cikmayin.bir isle ilgili gec saatte mail atin, isi mesai saatleri icinde bitirmis olsaniz bile cok acele etmeyin, aksam olsun, bi ara tv izlerken maili da ativerin. yaniniza gelip nbr diyen biri olursa cok nazik bir sekilde ama herkesin duyabilecegi bir ses tonuyla cok isiniz oldugunu soyleyin, sempatiklik adina oglen beraber yiyelim deyin yaniniza gelen arkadsiniza. bir espri varsa herkes guluyorsa gulun, esprileri yapan taraf surekli siz olmayin, arada yapin kiymeti olsun. yaptiginiz islerden bahsederken heyecanlanin ve sahiplenin. operasyonel hata yapmayin ve asla unutmayin. benim gibi hafiza sorununuz varsa surekli not alin, ama asla unutmayin.calisma arkadaslarinizla olumlu iliskiler icinde olun.  cok is yapmaniza hic gerek yok zaten yukarida saydiklarimi yapmak icin bir hayli calismaniz gerekecek!!!
ama sonrasında keyifle yan gelip yatabilirsiniz, oohhh misss!!!